İnternet üzerinden anlamlı dostlukların kurulabileceğine inanmazdım.
Size buradan bir örneğini göstererek inanmanızı sağlayacağım.
İnternette dolaşırken bir yerde bir yorum yaptım.
Size buradan bir örneğini göstererek inanmanızı sağlayacağım.
İnternette dolaşırken bir yerde bir yorum yaptım.
Yaptığım yoruma başka birinden cevap geldi. Tartışmamız devam etti. En nihayet ortak paydada buluştuk. Ortak paydada buluşmak her zaman mümkündür. Hele hele iki taraf ortak paydada buluşmayı isterse o, çarçabuk olur…
Handan Kayakökü bahsettiğim kişidir…
Uğraştıklarıyla bana bıraktığı izlenimi hemen söyleyeyim: Çok yönlü bir sanatçıdır. Nedir ki, onda resmin ağır bastığı görülür.n resimler ilgimi çekti… Özellikle hat bir başka türlü verilmiş resimlerde. Sadece onlar değil. Mesela, gördüğüm “Mavilerim Tunada Saklı” resmi hattı anmaya değerdi. Dahası, onun bu eseri bize ipucu vermektedir… Eserlerinde mavi rengin hâkimiyeti vardır. Renk olarak maviyi çok severim. Bir hikâyem “Beyaz, mavi, kırmızı” başlığındadır. Renklerin hayatımızda bizi etkilemesinden bahseden bir hikâyedir. Şimdi hikâyemin başlığının burada işi ne diyeceksiniz… H. Kayakökü’nün bana gönderdiği resimlerde mavi ve kırmızı var… Aynı anlayıştan geliyoruz… Buradan hareketle paydamız aynı!
Handan Kayakökü bahsettiğim kişidir…
Uğraştıklarıyla bana bıraktığı izlenimi hemen söyleyeyim: Çok yönlü bir sanatçıdır. Nedir ki, onda resmin ağır bastığı görülür.n resimler ilgimi çekti… Özellikle hat bir başka türlü verilmiş resimlerde. Sadece onlar değil. Mesela, gördüğüm “Mavilerim Tunada Saklı” resmi hattı anmaya değerdi. Dahası, onun bu eseri bize ipucu vermektedir… Eserlerinde mavi rengin hâkimiyeti vardır. Renk olarak maviyi çok severim. Bir hikâyem “Beyaz, mavi, kırmızı” başlığındadır. Renklerin hayatımızda bizi etkilemesinden bahseden bir hikâyedir. Şimdi hikâyemin başlığının burada işi ne diyeceksiniz… H. Kayakökü’nün bana gönderdiği resimlerde mavi ve kırmızı var… Aynı anlayıştan geliyoruz… Buradan hareketle paydamız aynı!
Sonra ondan kendisinin, sanat anlayışını anlatmasını istedim. Şöyle yazıyordu: “ Çok klasik biçimde kendimden bahsetmeyi sevmiyorum…” diyordu başta. Zaten benim bu yazdığım da klasik anlayıştaki röportajlardan değildir! Röportajın weportaj dalı İzzet Güvenilir dostun bulgusudur. O, benimle weportaj yapmıştı. Benim yaptığım inportaj oradan gelir. O zaman fikir babası olanla beraber, gazeteciliğin röportaj dalına, onun iki yeni biçimini kattık. Buysa beraberliklerin ne anlama geldiklerinin göstergesidir.
Mavilerim Tunada saklı
“…Bildiğim tek şey hayata, kendime, sanatla ve sevgiyle tahammül etmeye çalışmam… Soy kökümün onlarca yıl evveli, güzel Kırım’ın bereketli topraklarından Kerç Reyonu, Aktaş Köy’ünden geliyor. Kader rüzgârı, atalarımı Kırım Kerç’den Romanya Köstence’ye, sonrasında Anadolu, deyim yerindeyse hak – ak topraklara sürüklemiş… DNA’ larım Kırım-Adige kodlu. Annem bir Kafkasya göçmenidir. Bende bir filiz olup Ankara’da düştüm hayatın rahmine. Ailem beni, Ülkemin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık ışığında yetiştirdi. Bir kadın olarak, bir sanatçı olarak Atatürk’e kendimi borçlu hissediyorum… “
Nasıl da güzel ve akıntılı anlatıyor bize kökenini… Burada da ortak paydamız var… Onun soy kökeni ile dedelerimin soy kökenindeki payda aynıdır: Ak… Aktaş-Akşehir!
İnsan vurgulamak istemese, bilinçaltı bir yerde kazılıdır kökeni. Her zaman oradan hatırlatır kendini. Hele sanatçı olduğunuzda bu his fazladır. Herkes değilsiniz. Bilinçaltından gelen sinyaller sizi duygularınızla o yerlere götürür. H. Kayakökü, üstelik sanatçı alt bilincine sahiptir. Hatta eserlerindeki mavilik bayraktandır. Oradan gelmektedir. Oraya mavi yerleşmiş haldedir. Yazdıklarımı okuyan bir kişi olarak sizden soru gelecektir:
“Anlattığınız resimde kırmızı nereden geliyor öyleyse?” cevap benden değil ondan gelsin o zaman:
“... Ülkem Türkiye, benim baba evim, yurdum, helalim, ülkemin tek çakıl taşına bile vurgunum…”
Türkiye ile her duygusu bizimki gibi.
Sadece bir farkla…
O bizden şanslıdır. Türkiye sınırları içindedir çünkü… Türkiye’ye katkıda bulunmak için oradadır. Türkiye’yi solumaktadır. Nazım Hikmetin bir şiirinde olduğu gibi: “… okşar vapuru yanar elleri”. Nazım hakkını helal etsin! Mısrayı değiştireceğim: “… okşar toprağı yanar elleri.” diyeceğim.
Bizim durum başkadır. Balkanlar’da kalan Türkleriz biz. Aynı hissi uzaktan duyuyoruz. Türkiye’nin varlığını hissetmek ve hissettirmek için burada kalmışız… Onun durumu da bizimki de farklı gözükür ama aynı anlama gelir… Ancak gene de farkımızı belirttim arada. Umarım sezdiniz… İşte şans meselesi bir ortak paydamız daha! Buna göre, biz ondan şanslıyız!
H. Kayakökü’nü köklerinden kopmuş görebilirsiniz, ama kopmamıştır. Bu nasıl olur?
Sanatçının hayatı sanattır. Sanatın hangi biçimiyle uğraşsa bile her sanatta şiirsellik vardır. Şiirde her şey olağan görüldüğüne göre mantık üretirseniz, her şey sanatla olağandır. Bildiğimiz ve bilmediğimiz duygular kendine yer vermiştir sanatlarda. Buradan giderek, kişiliğimle uzaktan duygusal olarak Türkiye’ye bağlı olduğum kadar, o, uzaktan duygusal bağlıdır köklerine. Sonra kökleriyle bugününden bahseder ve der:
Sanatçının hayatı sanattır. Sanatın hangi biçimiyle uğraşsa bile her sanatta şiirsellik vardır. Şiirde her şey olağan görüldüğüne göre mantık üretirseniz, her şey sanatla olağandır. Bildiğimiz ve bilmediğimiz duygular kendine yer vermiştir sanatlarda. Buradan giderek, kişiliğimle uzaktan duygusal olarak Türkiye’ye bağlı olduğum kadar, o, uzaktan duygusal bağlıdır köklerine. Sonra kökleriyle bugününden bahseder ve der:
“…Lakin Kırım, geçmişimde ki yurdum, aşkım, sevdalım, anadilim, bugünkü varlığımın soylu öyküsü… Ve bütün servetim, iki evladım, ailem ve dostlarım. Konuştuğum dil Türkçem, yaşadığım topraklar en büyük aşkım…”
1993 yılında Ankara’da dönemim kültür bakanından bir konferansta işitiyorum: Türkiye üniversitelerinde kız öğrencilerinin sayısı erkek sayısını geçmek üzere… Şimdi geçmiş olabilir… Araştırmalara bakmadım… İhtiyaç duymadım. Bunu söyleyen ciddi biriydi. Boş keseden atmıyordu, bizim buralarda dediğimiz gibi… H. Kayakökü değişikliği yaşatan bu kızlardan biri:
“Lisansım ekonomi, bütün tahsil hayatım Ankara’da geçti, lakin kendimi bildiğimden bu yana resim yapmaya çalışıyorum… Bu güne gelmemde emeklerini benden esirgemeyen, bütün hocalarıma ve özellikle değerli hat ustası, ustam sanatçı Ömer Faruk Atabek’i saygıyla anıp, ona rahmetler diliyorum…
Tahsil hayatımın tümü Ankara’da geçti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kültür Sanat Müdürlüğü’nden yasal süremi doldurup, emekli oldum” diyor inportajımızın devamını getirerek
Onun ekinlikleri durmuyor. Sanatçı emekli olmaz. Olamaz! Her zaman için sanatçıdır. Rahat duramaz. İçinden bir şey onu verimlilikte kalmasına iteler. Orada olmasını arayan bir içgüdü vardır. Devamlı teşvik eden bir kuvvet olarak gösterir kendini… O, doludur. Dökmek ister kendini. H. Kayakökü’ nde değerleri yaşatma dönemi başlamıştır. Kendisi, o dönemin içinde olduğunu gösterir. Bir insan olan Mevlana (Celaleddin Rumi) der:
“… Hamdım, yandım, piştim…” Her insanın geçirdiği evrelerdir bunlar. H. Kayakökü resimde bu sonuncusundadır. Resimleriyle bunu gösteriyor!
Hayatta durmak olmaz. Yoktur! Kendisi, bunu bilen bir kişi olarak devam eder:
Derste (sanatsal fotograf)
“… 2005 yılında, Gala Sanat Galerisi’ni hayata geçirdim. Galerinin yöneticiliğini ve hocalığını elimden geldiğince yapıp, ülkeme borcumu ödemeye çalışıyorum.”
“… 2005 yılında, Gala Sanat Galerisi’ni hayata geçirdim. Galerinin yöneticiliğini ve hocalığını elimden geldiğince yapıp, ülkeme borcumu ödemeye çalışıyorum.”
Sanatçı H. Kayakökü’nde: Resim anlayışı özüne göredir. O resimdeki kişiliğidir. Daha açık olayım: Kişiliğini oraya yansıtmaktadır. Bu onun bir anlatım yolunu oluşturduğunu göstermektedir. Renkler dünyasında sanatıyla vermek istediklerini anlatmak için sevdiği sanat yolunu yakalamıştır. Sanat yolu derken ben genel tutumunu düşünüyorum. Zaten öyle olmasaydı başarıyı kaçırırdı. Öyle olduğu için başarıyı yakalamış. Resimde iyi bir avcı… Kendi sanatsal avını yakalamanın nasıl gerçekleştiği, onda şöyle dile getiriliyor:
“…Renkler, formlar, biçimler ve doğa kısaca her şey benim fırçamda, babaanne’mden, büyükbaba’mdan dinlediğim çocukluğumun güzel Balkan anılarına dönüşüyor…
Bazen bir kanaviçede, Aluşta’nın kırmızı karanfilleri, bir geçmiş zaman halısında Köstence’nin koyu deniz mavisi, Yalta’nın türkuaz gökyüzü, İstanbul’un çılgın ritmi, Ankara’nın soylu geçmişini resimlerimde yansıtmayı seviyorum.
Türk Dünyası Coğrafya’sını, Balkanları sergilerimle dolaşıyorum. Sevgili soydaşlarımın huzurlarına genellikle, tezhip, hat, çini ve Türk motiflerinden oluşan çalışmalarımla çıkıyorum. Resim yapmayı, şiiri seviyorum.
Hayatımı, en güzel şiirimi boyamaya, en güzel rengin, şiirini yazmaya adadım...”
Siz onun mütevazılığına bakmayın… Daha uzun şiirini dinleme fırsatım oldu. Onun şiiri de güzeldi, okuyuşu da. O zaman bir başka yönü ortaya çıkıyor… Daha başta dedim… H. Kayakökü çok yönlü bir sanatçı. Doğrudur. Resim ağır basıyor. Ötekilerini daha seyrek yaptığı da bellidir. Neden derseniz. Çok yönlülüğü resimlerine dökmüş. Orada onların varlığını hissettiriyor… Şiirsellik oradadır… Sanatının her güzelliği, resimle dile gelmektedir inportajımızın sonunda onun, şunu belirtmek arzusu da vardı:
“…Yüce Tanrı’ya şükrediyorum, yaşadıkları topraklardan zorla koparılanlara, bir gün o topraklara renkleriyle, sözcükleriyle geri dönüp, barışın, huzurun güzel iklimini yaşatabilme şansı verdiği için…”
O iklimin sürmesini dilerim. Handan Kayakökü’nün eserlerini görerek… Yaşayarak!
0 yorum:
Yorum Gönder