Uzun bir dönemden beri Debre Türkçe eğitimiyle uğraştığımdan resmen o konu beni kendine bağladı. Bunu sonucu olarak Türkçe eğitiminden bir hikâye ile başlayayım!
İlkokula kaydımı yaptırdığımda, okulumun adı “Yeni Hayat”tı. Bugün bu okulu kimse anmıyor. O okuldan, bu okuldan bahsederler. ”Yeni Hayat”ı anmazlar. Benden başka kimsenin andığını duymadım. O okulu bilmedikleri için anmazlar. Bilseydiler anardılar! Oysa bana gelsinler o okuldan karnemi görsünler!
“Yeni Hayat” derken, başka bir şey hatırıma geldi. 1967 yılında Gostivarın Y. Bansa köyünde öğretmendim. Görüyorum şimdi çoğu Banitsa diyor oraya. Oysa köyün adı Türkçedir. “Banmak” mastarından türeyerek gelen bir kelimedir. Orada çalışırken Bansa diyenlere rastladım… Daha yaşlılar öyle derdi. Anmak istediğim o değildir!
Y. Bansa köyünün okulu köyün çıkışındaydı. Ben o okulda kalıyordum. Barındığım yer, okulun derslikleri altında bodrumda sağdaki odadaydı. Solda, ailesiyle başka bir öğretmen vardı. Eşi Boşnak’tı. Ancak adamın adını unuttum. O zaman adı “Petre Yovanovski” olan, şimdiki adıyla “Mustafa Kemal Atatürk” İlköğretim Okulunun bugün de ek birimidir. Okulun giriş kapısının üstünde bir tabela vardı. Tabelada okulun adı yazılıydı: “Yeni Hayat”… Şimdi ne yazar bilmiyorum… Ancak benim sınıf 1-e başladığım Üsküp’teki okulla, Y. Bansa’da 1. sınıf’ın öğretmenliğini yaptığım okulun adları aynıydı. Ne güzel rastlantı değil mi? Güzel ve anlamlı bir yaşantı! Buna paralel olarak A. Bansalı rahmetli Azem öğretmen (Azem Apo) (Apo – o yörede amca anlamına gelir) emekli olduğundan 4. sınıfın öğretmenliğini aynı maaşa üstlenmiştim. Sadece bende değil, herkeste fedakârlık denen bir duygu vardı. Öğretmen Abdülselam Ali de aynı özelliklere sahipti. O fedakârlık onda da vardı. 2. ve 3. sınıflarda o da o duyguyla çalışırdı!
Buradan bir biçimde Y. Bansalı bir Üsküplü sayılırım… Bir fırsatta boşuna demedim: Biz nereli olursak olalım, hepimiz Makedonya Türküyüz!
Sınıf 1 ve 2-de öğretmenim Macide Mustafa, 2. sınıfın yaz tatilinde okumak için, bize altı kitap başlığı yazdırdı. Olay, Üsküp’te Türklerin göçlerinin en yoğun olduğu yıllardaydı. Üçüncüye başladığımızda onun Türkiye’ye göç ettiğini öğrendik. M. Mustafa şimdi sağsa, 80 kusur yaşlarında olmalıdır… İstanbul’da Üsküdar’da oturmalıdır. Orada Kırçova’lı biriyle evliydi…
1967 de Türkiye’ye ilk gittiğimde, Üsküp’te bir akrabasından adresini alıp, o zaman Sirkeci Postanesi’nde çalışan öğretmenimle görüşmem ilk görevim oldu. Aradan yıllar geçtiği halde beni görünce şaşırdı. “Aaa, Avni sen misin?” dedi. Hemen tanıdı! Kendisi, yirmi yaşlarında öğretmen okulunu bitiren ve öğretmenliğe bizimle başlayan biriydi. Anlaşılan, hatıralarında hep öğrencileriyle yaşıyordu o! O, sima olarak, kişilik olarak Debre Türk eğitimine hizmetleriyle bilinen Rezan öğretmene benziyordu.
Sınıf 3-e geçen ve öğretmensiz kalan bizleri topladılar. Birilerimizi Rufiye öğretmene, birilerimizi Ali efendiye verip, böldüler bölüştürdüler. Şimdi Makedonya Türklerinin üçe bölündükleri gibi bir hale geldik!
Arkadaşlar üç ayrı sınıfa dağıldık. Bizim sınıftan eser kalmadı. Bir süre arkadaşlarla teneffüslerde buluşuyorduk. Sonra yeni sınıflarda ki arkadaşlarla kaynaştık. Çok geçmeden birbirimizi unuttuk.
Yazda okumamız gereken kitaplara döneyim. Onlar aslında Türkçe dersinden yardımcı kitaplardı. Bizim “lektür” kitaplarına o zaman “yardımcı kitaplar” derdik. Hemen aklıma gelen ne oldu biliyor musunuz? “Lektür" bizim söz değildir! Bizde bir atasözü vardır: “Yabancının ipiyle kuyuya inilmez!” Oysa biz bugün dahi bu sözü hala anlamış değiliz. Bu partilerimizin halinden de belli! Ama bunu anlayan yok!
Öğretmenimiz M. Mustafa’nın bize yazdırdığı kitaplar listesinden sadece bir tanesini bulabildim. Belli ki, yardımcı kitaplar sorunumuz o zamandan devam eden bir konudur. Bugünkü devlet sistemi o sorunumuzu, eski sistemden almıştır! 1956 yılında sınıf 2-yi bitirdim. Şu anda yıl: 2011’. Bu açıdan bakıldığında, eğitimde bir arpa boyu yol almadığımız gerçeğiyle karşılaşmaktayız.
Dokuz şanslı öğrenciden biri bendim. Rahmetli annem Grim Kardeş’lerden “Bremen Mızıkacıları” kitabının Türkçesini bulabilmişti.
Kitapta üç hikâye vardı. Onlardan biri de “Bremen Mızıkacıları”ydı.
Kısadan hikâyenin konusunu anlatayım:
“Yaşlanan eşek, bir şey yapamayacak hale gelen köpek, artık evde fare yakalayamaz olan kedi ve sesi çıkamaz duruma düşen horozu ev sahipleri sokağa atmışlar. Bunlar o yaşlı ve takatsiz halde birleşirler. Yola çıkıp, nasiplerini aramaya koyulurlar. Bir süre yürüdükten sonra, uzaktan bir ışık görüp onun yanına yaklaşırlar. Orada bir ev varmış. Evin içinde ne var, ne yok diye öğrenmek için, kalan kuvvetleriyle birbirinin sırtlarına çıkmışlar. En altta kalan eşek olmuş. Eşeğin üstüne köpek, köpeğin üstüne kedi, kedinin üstüne horoz çıkıp, yukarıdaki pencereye yetişerek, üç arkadaşının yardımıyla horoz, ışığın geldiği evde bir grup hırsızın olduğunu görür. Arkadaşlarına durumu anlatır. O halde ortak bir karar üzere, kalan kuvvetleriyle ses çıkarmaya başlamışlar. Bu tuhaf sesleri işiten hırsızlar, korkarak evden kaçmışlar. Dört yaşlı dost eve sığınıp, hırsızlardan kalan yemeklerle karınlarını doyurmuşlar. Kendilerine sığınacak yer bulmuşlar.”
M. Mustafa’nın o kitabı okutmak istemesindeki gaye, “bir olmaktan, kuvvetin doğduğunu” bize öğretmekti.
***
Şimdi sorum geliyor: Makedonyalı Türkler olarak, biz Macide öğretmenin dersini öğrendik mi? Siz nereden öğrenesiniz? O sadece bizim sınıfın öğretmeniydi.
Makedonya Türklerinin içinde bulundukları durumu değerlendirdikçe, bizden çoğumuzun bu hikâyeyi okumadıkları anlaşılmaktadır. Belki okumuşlardır, ama oradan verilen mesajı almış değillerdir! Debre’de eğitim konusundaki gelişmeler bize kuvvetli birer örnektir!
Konumu uzatmadan daha eskilere döneyim.
***
1990 sonrası çok partili sisteme geçişte, Makedonya Türklerinin "Yücel"den sonra siyasi teşkilatlanmalarını Türk Demokratik Birliği ile yaşadık.
Türk Demokratik Birliği, diyelim ikinci yılında yaşlandığından, onu Türk Demokratik Partisi’ne dönüştürdük… Şimdi orası başka mesele… Ayrı bir dava… Dönüştürüldü mü, dönüştürdük mü? Orası matematikte kullanılan “x” olarak açık kalsın. Bu konu şimdilik bir bilinmeyenli denklem olarak dursun. Zamanı gelince, bir bilinmeyenli denklem kolay çözülür!
TDB’ nin devamını oluşturan patinin web sitesini açarsanız bu dönem karanlıktır. Anılır anlatılmaz!
Kurucu kurultayına Makedonya’dan seçilen 210 delegeden 202’si birliğin partiye dönüşmesine “evet” oyu kullandı. Makedonya’da 6 aylık çalışmam semeresini verdi.
Parti başkanı adayı tekti. Aday da kurultayda açık oylamayla kabul edilecekti. Plan öyle çizilmişti. Nedir ki, kurultayda ilk ara verildiğinde, kurultayın yapıldığı o zamanki Türk-Arnavut Tiyatrosunun salonunun sağ tarafında aday olmayı kabul eden şahıs yanıma yaklaştı. Aday olmaktan vazgeçtiğini söyledi. Sebebini sorduğumda fakülteli bir aydınımıza yakışmayacak sebepler ileri sürdü. Yüzü al pancar oldu. Bir taraftan ciddi korkutulduğu belliydi. Nereden korkutulduğunu yüzüne söyledim. Çünkü kimin bunu ve ne için yapabileceğini tahmin ediyordum. Bir olgunun beklentisi içindeydim. Her an vuruşun gelmesini bekliyordum. Vuruş geldi. Hem de ağır oldu. Birileri TDP’yi kendine çekmek gayretindeydi. Onlar kurultaya katılan delegeler içindeydi. Adlarıyla sanlarıyla bildiğim iki kişiydi. Bir tarafın kuklalarıydı! Kimlerin olduğunu da biliyordum. Adaysız kalmak beni tedirgin etti. Ama kimseye bir şey belirtmeden kurultaya devam ettim.
TDB’nin TDP’ ye (Türk Demokrat Partisi) dönüşmesini sağlayan kurucu kurultaya bir saatlik çalışmayla tekrar ara verip, benden sonra yerime kimin başkan olacağını o gece seçmek için, partinin kurucu başkanı sıfatıyla olağan üstü merkez meclis toplantısını yaptım. Başkan o gece belli olmalıydı! Çünkü ikinci vuruşu bekliyordum! Bu ilkinden ağır olabilirdi. Parti içi darbeye kadar gidilebilirdi! Bu durumu en yakın sandığım dostlarıma dahi söylemedim. Delegeleri bu sebeple beklettim. Böylece Parti başkanlığı görevi en az süren bir başkan olarak Ginis rekorlarına girdim!
***
Olağanüstü Meclis toplantısı, tiyatronun masa çalışmalarının yapıldığı odada oluyordu. Yeteriyle oturacak sandalyeler olmadığından, meclis üyelerinin çoğu ayakta durmak zorundaydı. Toplantıda parti başkanı için adaylığımı koymayacağımı tekrarladım. Çoğunun yüzünde şaşkınlık oluştu. Önceden bildirdiğim halde, buna inanmadıkları belliydi. Ben partiye dönüşüm için oyumu “evet” olarak kullanacağıma söz verdiğimden kullandım. Ama içim rahat değildi. Bölüneceğimizin hemen geleceğini biliyordum.
Devamda Meclis üyelerinin birinin Makedonya Sosyal Demokrat Partisi’ne kayıtlı ve karneli üyeliğinden dolayı Genel Başkan adayı olamayacağını ileri sürüp, her meclis üyesinin adaylığını, kendi kendini teklif etse dahi, oradan kavgalı çıkmamak için, kabul edeceğimi söyledim. Meclis toplantısında sadece iki aday ortaya çıktı. Adaylardan biri hakkında daha sonradan başka biçimde açıklamalar duydum. Adayların kendi kendilerini de aday olarak belirtebilmelerini kabul edeceğimi andığıma göre, bu söylentiler kabul edilemez. Seçim yapılmazdan önce, adaylara şu öneriyi verdim: “Genel Başkan ile Genel Sekreter seçimini bir seferden yapalım. En çok oy alan G. Başkan seçilecek. İkinci gelen G. Sekreter olacak. Haliyle kavgaları ve bölünmeyi önleriz.” Önerimi her iki aday kabul etti. Aynen davranacaklarına dair söz verdiler. Seçimler yapıldı. Sonuç 22’ye karşı13’tü. 2 kişi toplantıya katılmamıştı. Bunlar Patiye dönüşmeye karşı oy kullananlar arasından iki kişiydi. Nedir ki, önerileni kabul eden iki adaydan birinin yapılan seçimi kaybetmesi sonucu verdiği sözden cayması aslında bize bir ayrılışın olacağının ilk işaretiydi.
Ardından parti içi muhalefet giderek sertleşiyordu. Akıl almadık asılsız iftiralar başladı. Parti başkanlığından görevden alınma denemeleri oldu. Parti temelden kazınıp yeni bir yön almalıydı kimilerine göre. İstifa istemi tüzük gereğince, Yönetim Kurulu’ndan geri çevrildi. Üsküp Şubesi aracılığıyla TDP’ de darbe yapmak isteyenler gayelerine ulaşamadılar. Ayrı bir gruptan gelen vuruşlar, ünlü Ohri Meclisinin düzenlenmesine yol açtı.
Birinci vuruş TDP’ yi Makedonya Sosyal Demokratlar Partisi’ne doğru (SDM) çekmeyi isteyen, Eski Sosyal Demokratlar Birliği’nden (Makedonya Komünistler Birliği) ‘liberaller’ olarak atılanların yeniden hortlamalarından doğan bu vuruşa karşı gelinebilmişti. Bu vuruşların durmayacağını biliyordum. Makedonya Türklerini kimseye alet edip, TDP’ yi kendi istekleri doğrultusunda bir tarafa bağlamak isteyenler çoktu!
Burada anmak zorunda olduğum bir konu vardır. Gene TDP’nin web sitesine döneyim. Sitede Eski genel Başkanın görevinden istifa ettiği anılıyor. Şimdi sorularımı sorayım:
Eski Genel Başkan istifaya zorlatan kimdi?
O neden istifa etti?
İstifa ettirenin işbirlikçileri kimlerdi?
Eski genel başkan istifasını geri aldı. Neden geri alınmadı?
O onursal başkalığını hak eden kimseydi. Neden yapılmadı?
Fazla soruya gerek yok!
***
Ben gelişmeye döneyim. Asıl konum Makedon Türklerinin partileridir!
Çok geçmeden olacağını beklediğim ayrılış yaşandı. Üsküp Üniversal salonunda Türk Hareket Partisi kuruldu. Çok partili sistemin cilveleri bu olsa gerek! Kabulümdür! O gece kader beni Kırçova'lı bir TDP’liyle karşılaştırdı. Üsküpte “Sarayova” kebapçısında görüştük. Onu görünce şaşırdım. Üsküp’te ne aradığını sordum. Bana cevabı şuydu: “THP adında yeni bir parti kuruluyormuş. Kırçova’dan, Makedonya’nın değişik yerlerinden otobüslerle halk Üsküp'e getiriliyormuş. Bense ticaretle uğraştığımdan Üsküp’e parasız geldim bu otobüs sayesinde. Yarın İstanbul’a otobüsüm var!” Yeni partinin kuruluşuna gidip gitmeyeceğini öğrenmek istedim. O zaman bana dedikleri şuydu: “Yok ya, ne kuruluşu! Şimdi yiyip otele yatmaya gideceğim. Orada bir saat kadar kaldık. Saat 22.00 gibi ayrıldık.
Ertesi gün, Üsküp’te THP kuruluş toplantısının gayet kalabalık olduğunu, TDP üyelerinden bazılarının bu kuruluş toplantısında görüldüklerini, Makedonya’nın değişik yerlerinden katılımcıların, o zaman güncel olan Demokratik Alternatif (DA) partisinin sağladığı destekle otobüslerle Üsküp’e taşındığını duydum. Tabii ben sadece duyduklarımı dile getiriyorum.
Durup dururken iki partimiz oldu!
Anmayı unutmayayım. Gostivar’da “Güven” partisi de kuruldu. Ancak TDP’nin Gostivar’da güçlü oluşu nedeniyle pek uzun sürmeden sönmek zorunda kaldı. Biz yola iki parti olarak devam ettik bir süre…
Bir ara tartışmalar bir başka yönde gelişiyordu. THP kayıtlı mı, değil mi? Kimse doğru dürüst cevap veremedi. Ancak son seçimlere tek başına katılması, kayıtlı bir parti olduğunu gösterdi. Bu konuda dedikodulara son verildi.
TDP’de kaynaşma başladı. Etkilemeler TDP içinden de oldu, dışından da. İçle dış bir noktada birleşiyordu. TDP’ de ne pahasına olursa olsun değişme yaşanmalıydı. Sonu hayırlı mı olacak, yoksa bizi daha da parçalayacak mı, hesaba katılmadı. Yeni denklem oluşturuluyordu. Hatta ‘inadım inat’ maksatlı bir denklem. Bu noktada yanlış değerlendirmeler sonucu, daha açık olup genişletiyorum: “TARAFLARIN GAYELİ VE HATALI YAKLAŞIMLARI, BAZILARININ DA AYRI HESAPLARI SONUCU”, TDP doruğunda değişmeye, daha sonra değişmelere yol açtı. Değişmenin ve değiştirmeye uğrayanlardan bazıları bir araya gelip, “Türk Milli Birlik Hareketi” partisini kurdular. Bana sorsanız, TDP’nin iç işlerine karışan ve alet olanların stratejisi hatalıydı. TDB’den TDP’ye dönüşümü isteyenleri hataları tekrarlanmıştı! Partinin çişlerine karışmanın bizleri daha da ayıracağı hesaba katılmamıştı. Makedonya Türklerinin çok partili siyasi anlayışları ve kavgaları arttı. Bunun aksine Makedonya Türkleri arasında çıkarlar anlayışı zenginleşti, ama topluca siyasi kuvvetleri azaldı.
***
Şu anda zengin değiliz diyemeyiz kendimize. Üç partimiz var… Kuruluş sırasıyla TDP, THP VE TMBH… Bir de Güven Parti’si kalsaydı tamamen “Bremen Mızıkacıları” olunurdu. Ancak onlardan bir farkla: herkes kendi yolundan gidecekti!
Kimsenin anmadığı bir başka gelişme oldu. Mayıs 2002 yılında Kurucu Meclisini yaşayan Makedonya Türk Kalkınma Partisi (MTKP – Kuranların Türkçesiyle: Makedonya Türklerin Kalkınma Partisi) de vardı. Kuruluşunu Üsküp’te az katılımla yapılan bir partiydi. Başkan Gostivar’lıydı. Kaydını çarçabuk yaptırabildi. O da ardından olan seçimlerde rengini gösterdi. DUİ (Demokratik Bütünleşme Birliği) eksenli bir parti olduğu meydana çıktı. Partinin o yanı acemiliklerinden ötürü ortaya çıktı. Çarçabuk söndü. Kaydı hala duruyor mu? Bilmem. Adı duyulmaz oldu. Tamamen yok gibi sayabiliriz. GP veya MTKP hala yaşasaydı, horozun üstünde yumurta vermeyecek durumda olan tavuk olacaktı herhalde!
***
Gereken yerlere işaret etmelerime rağmen, dediğim dediktir hissine kapılanlar, bizim bölüneceğimizi akıllarına dahi getirmeyenlerinin bugün hataları meydandadır. Gelişmeler, Makedonya’dan olup, bazıları olarak adlandırdıklarımın kendi hesaplarına baktıklarını, içine girdiğimiz durum açıkça gösterdi! Onlar arasında anlaşmazlık, ayrılmalar belirdi. Oldu bile!
Bizim Makedonya Cumhuriyetinin genel nüfusuna katılımımız resmi rakamlara göre 3.38. Bunu rakamlarda yuvarlak hesapla söylersek 80 bindir. Nüfus konusu ayrı bir durumun aynasıdır. Bu bir değil birkaç bilinmeyenli denklemdir.
Diyelim bu sayı, bir başka yazımda belirttiğim gibi benim yaptığım hesapla 207 bindir. Bu sayı başka birinin andığı gibi 200 bin olsun. Buna rağmen bu sayıya 3 parti bölünmüşlükten başka bir şey veremez bize. Bölünmüşlük kuvvetsiz kalmaktan başka bir anlama gelmezdi.
***
Debre eğitim meselesine bakılırsa, biz Türkler daha azmış gibisinden bir etki sahibiyiz. Oysa öyle değildir. O bizim ayrılığımızdan doğan bir gerçektir!
Önce bölündük. Bilmem, Sırp komedi yazarı Branislav Nuşiç’in “Şüpheli Şahıs” eserinden bir bölümü bilir misiniz? Yaklaşık olarak şunu demek istiyordu “Eline teraziyi alıp, kefelerden yenlik tarafına küçük parmağın değdiğinde gelişmemizin nereye doğru gideceğini, ya da tartının ne tarafa çekeceğini bilirsiniz!” İşte Makedonya Türklerinin dengeler terazisine “x”in bir parmağının dokunması bizi ne hale soktu! Bunu destekleyen bir kişiden başka daha kimler vardı. Diyelim o çıkarcılar 4, bilemedik 5 kişiden ibaretti. Onların bütün bu işte hesapları neydi? Orasının açıklanması bir başka fırsata kalsın.
Bir süre SDSM’nın samimiyetine ben de inandım. Ama onların kim olduklarını unuttuğumdan olacak, TDP başkanına bunu anlatıp, onu inandırmaya çalıştım. Seçimlerde hangi partiyle gidilmesinin kararının çıkacağı bir Meclis toplantısında G. Başkana açıkça destek verdim. Oylamada o yaklaşım kazandı. SDSM ile ortaklığa gidildi. Ancak Bu ortaklığın hayrı görülmedi. Ardından gelen mecliste ustaca birinin emriyle uzaklaştırıldığımı biliyorum. Terazinin kefesine kimin parmağının dokunduğunu da biliyorum! G. Başkan ne kadar yok dese, haber kaynağım onu gösteriyor. Buna rağmen G. Başkan partimin başkanıdır. Gelen seçimlerin tartışıldığı başka bir meclis toplantısına Genel Başkanı yalnız bırakmamak için, SDSM’nın gene desteklenmesini istediğim açık bir mektup gönderdim. Ortaklık teklifi gene kabul edildi.
SDSM partisinin sinsi oyunlarını sonra gördüğümde ne kadar yanlış ettiğimi anladım. Aslında Makedonya’da bizim kiminle ortaklığa gidecek olursa, sonucun iyi olmayacağı görüldü.
Biz Türkler Türkiye Cumhuriyeti ve Makedonya Cumhuriyeti arasında kabul ettiğimiz köprü olmaya devam ederken, Arnavutların ayaklanması sonucu durum bizim de lehimize gelişti. Lehimize dememdeki sebep, Arnavutlarla beraber savaşan 48 Makedonyalı Türk savaşçıdır. Gayret edip onlara sahip çıkacak yerde, her zamanki gibi susmayı yeğledik!
Ohri anlaşması sonucu doğan yeni Anayasa, bizi destekleyen taraf oldu. Yasalar o Anayasaya dayanarak değişme yaşadı. Nedir ki, durumumuz az değişme yaşadı diyebiliriz. Ama en önemli sorunlarla karşılaştığımız eğitim, iş bulma ve diğer sosyal konularda önemli bir değişme yaşamadı.
Makedonya Türkleri dediğimiz kitlenin büyük çoğunluğu “beni ısırmayan yılan, bin yıl yaşasın” anlayışıyla “neme lazımcı” olarak davranırsa, o zaman birleşmek değil de korkarım, birleşelim derken, bu sefer başkalarının yardımıyla işlenen hatayı kendimiz işlemiş oluruz. Hatta yeni bir partiyi kurmaya gidebiliriz. Grim Kardeşlerin takatsiz “Bremen Mızıkacıları”ndan farkımız, onların pencereye çıkamadan orada yıkılmaları, belki de yok olmaları yaşanacaktır. Toplumumuz bu kadarını taşıyacak durumda değildir!
Yeni parti inşallah kurulmaz. Ben öyle arzuluyorum. Ama gelişmelerin benim arzuladığımın doğrultusunda olacağına güvence veren bir belirti var mı?
Ben bu yazdıklarımla bazı konuları dile getirmek istedim. Birleşme yolunda karşılaştığımız hastalıkların teşhisine işaret etmeye çalıştım. Siz beni ne kadar anladınız bilemem. Ancak beni anlamaları gereken taraflar anlamışlardır.
***
Şimdi birleşme hususunda en ağır ve en kolay durumları anmaya sıra geldi.
Şu andaki Parti başkanları ile birleşme kesinlikle olamaz! Boşuna yorulmayalım.
Bir sefer herkes ben haklıyım derse, asıl suçları dile getirmezlerse, birbirlerine samimice el uzatıp “gelin birleşelim” demezlerse bu birleşmeyi biz daha çok bekleriz!
Genel başkanlara gelince, her üç güncel Genel Başkan, muhtemelen kurulan partinin başında kendini görmeyi istemektedir! O partiler, benim partimin çatısında birleşelim asıl mesele değildir. Mesele en çok kişiseldir. Bu düşünceyle birleşmeye gidilemez. Hatta olmayacak bir şeyi düşünelim: üç başkandan birini yeni partinin başkanı, diğer partinin başkanını başkan yardımcısı, üçüncü partinin başkanını Genel Sekreter yapmaya kalkışsak dahi onlardan hangisi 2. ve 3. görevi kabul edecek? Orasını bilemem, ama siz belki bilirsiniz?
Buradan çıkan sonuç her üç tarafın gayet samimi olmasını gerektirmektedir… İki taraf yaptığı hatayı kabul etmeli… Üçüncü taraf da hatasını tanımalı. Her taraf yeni bir stratejiyle ileriye gidebilecek yeni partiyi ortakça hazırlamalıdır.
Zira birleşme formülüne gelince, bu istense çok kolay olabilir. Bunun üç taraftan istendiğini görmüyorum.
İzninizle formülü nokta nokta önünüze dökeyim:
Her partiden 3-er kişilik olmak üzere, olağan birleşme kurultayı konusunda hazırlıkları yapacak bir ortak kurul oluşturulur. Delege sayısı anlaşmazlık oluşturabilecek düşüncesiyle son seçimlerin bilinen sonuçları en uygun görülenidir. Oradaki oran esas alınır. Bir örnekte 100 üzerinden orantı: 3.77: 1.14: 2.81’dir… Bu konuda ortak bir tavrın alınması şarttır.
Birleşme anlaşması esaslarına varıldığından, en geç 1 ay içinde ve aynı günde üç partinin olağan üstü kurultayları aynı günde yapılır,
Başkanlık bunalımının aşılması için şimdiki üç başkan yapılacak Kurultaylarda yeni kurulacak partinin onursal başkanları olarak ilan edilirler,
Her parti birer yeni başkan adayını 3-er iç aday arasından seçer,
Her üç Kurultay son yerel seçimlerinin sonuçlarını temel alarak ya da alınan karar üzere, sayılarının önceden tespitiyle yapılacak Birleşme Kurultayının delegelerini seçer.
Bundan en çok 2 aylık bir hazırlıkla Birleşme Kurultayına gidilir.
Yeni kurulan partinin adı “Makedonya Türkleri Partisi” olur,
Yeni partinin bayrağı kırmızı zeminde geleneksel ay ve yıldızımız içinde sanatçıların uygun gördükleri bir biçimde MTP kısaltması yazılı durur. Aynı simge partinin nişanı olur.
Birleşme Kurultayında parti belgeleri onaylanır.
Belgeler uyarınca parti yönetim organları seçilir.
Meselelerin ayrıntılarına kimse karışmamalı.
Önerilen üç adaydan bir seferden G. başkan, G. başkan yardımcısı ve G. Sekreter seçimi yapılır. Bu seçimde üç adaydan en çok oy alan Genel Başkan, daha az oy alan Genel başkan yardımcısı, aldığı oylarla üçüncü gelen Genel sekreter olarak seçilir.
Birleşme olur biter.
***
Hepimiz birbirimizi bu türde anlayabilsek, böyle rahat düşünebilsek, birleşme kaçmaz! Bu anlayışla birleşmeye yaklaşabilirsek, gençlerimizin isteklerini yerine getirmiş oluruz. Dahası bir bütünlük olarak ciddi görünen bir partiye dönüşürüz. Siz ne sanıyorsunuz: içinde bulunduğumuz halle bizi ciddiye alan hangi taraf olur? Kendi kendimizi aldatmayalım. Bana göre hiçbir taraf!
Tabii bunlar benim âcizane çizdiğim ve birleşmeye götürebilecek bir yol haritasıdır.
Bununla söylemek ve anlatmak istediğim, aşılan yolda yürüdüğümüz biçimle artık gidilemeyeceğidir. Makedonya Türkleri yekvücut olmak için birleşme yolunu seçmezse zaman içinde partilerin teker teker erimelerinden başka bir beklentimiz olamaz. Olmasın da! Birleşme olmadan şimdiki durumumuz uzun bir dönemimizi alacaktır. Hatta Allah korusun gelen nüfus sayımlarında değil, ama ondan sonrakilerinde partice ve milletçe erimemize neden olunacaktır. Neden olunacaktır derken, bu olumsuz gelişmenin en büyük suçluları, bu gerçekleri görenler ama elinde hiçbir fırsatı bulunmayanlar ve bu konuyu hatırlatanlar müstesna, birleşmeyi reddeden taraflar olacaktır. Bunun tarihe geçmesi için söylüyorum. Kimsenin daha derin düşünmediği denmesin diye yazıyorum. İlgili taraflar ve özellikle gençler bu sözlerimi hatırlasınlar lütfen!
İşlediğim konuyu okuduğunuzda belki aranızdan bazıları “bu kadar da yazılır mı” diyecektir… Doğrudur. İnternet ortamında daha kısa yazmak gerekir. Ancak durumumuz öyle bir çıkmazda bulunuyor ki, bundan daha uzunca bir incelemeye gerek vardır.
Rahmetli babamın ağzından düşürmediği bir sözü vardı “Men sabere zafire”! (Sabreden zafere kavuşur!).
Rahmetli annemin ağzından eksik etmediği: “la havle ve la kuvvete illa billâh il aliyyul azim” (Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur.)
Bugün birliğimizden bahsederken, ben her ikisini sık sık tekrarlarım. Evet, güç ve kuvvet Allaha mahsustur! Ben ona inanıyorum. O kuvvetten, gelmesi gereken yardım, her halde gelecektir. Biz onu hak etmişsek gelir tabii. Bunun devamında bu birliği isteyen bizlere sabretmek düşmektedir. “Sabrın sonu selamettir” derler! Ama selameti sadece istemek yetmez. Onun için elbirliğiyle çalışmamız da gerekmektedir.
Allah bizi yaratırken, en değerli şey olan beyin ve onunla düşünme gücünü vermiştir. O’nun bize verdiği beynimiz ve aklımızla karar getirme yetisi bizdedir. Beynimizi çalıştırıp iyi düşünmezsek, Allahtan iyilik bekleyemeyiz. Ceza gelir mi? Orasını bilmem! Bize, “bulunduğumuz durum bir ceza değil midir” diye düşünelim. Bundan büyük cezaya gerek var mıdır ki! Ama orası O’nun işidir. Biz hak edersek, cezaların daha büyüğü kaçınılmazdır!
İzninizle son noktayı vurayım.
Başlığı bir hikâyeye dayattım. Bütün yazdıklarım da o hikâyede gibisinden birleşmemizin yaşanmasını istemektedir. Bu duruma geldiğimizde “Bremen mızıkacılarındaki evin içinden sadece hırsızları değil, “kendi içimizdeki şeytanları” da kovmuş olacağız.
Burada söylenmesinin gereğini duyduğum bir mesele vardır. Bu yazıyı yazarken siyasetçilerden kimseyi anmadım. Kimseyi anarak kırmak istemedim. Yazının özgün biçiminde adlar da görülecek! Parti başkanlarından biri dostumdu. Biri yol arkadaşımdı. Hala da arkadaşız. Biri kızlarımla oğlumun kimya hocası, kızlarımın karate hocasıydı. Çocuklarımın eğitiminde katkısı olan biridir. Dördüncü taraf yakınımdı. İyi anlaşırdık. Bari ben öyle sanıyorum! Ancak Makedonya Türklerinin gelecekleri söz konusu olduğunda her şeyi bir tarafa koyar, Makedonya Türklerini baş tarafa getiririm!
Nüfusumuz az, partilerimiz çok… Bundan kötüsü ne olabilir bizim için!
Halkımızın bu duruma uygun çok iyi bir sözü vardır. Ancak ben kaba olmamak için o sözü biraz değiştirip kullanacağım.
“Nerde çokluk, orada yokluk!”
Tabii yazımın böyle bitmesini kesinlikle istemem.
En iyisi şöyle son vereyim ve:
“Nerde birlik, orada dirlik!”
Diyeyim!
(Okuduğunuz yazı, yeni hazırlanan kitabın ikinci bölümünden alınmıştır. Yazdıklarımın ağırlığı bilincinde olarak bütün sorumlulukla karşınıza çıkıyorum. Bu yazdıklarıma olumlu veya olumsuz niyetle çıkacak kişiler ancak yazılarıyla kendi kendilerini zamansız deşifre edeceklerdir.
Bu fırsatta yazıdan tarafların ve hatalı gelişmelerde yer alanların adlarını bilerek çektim. Yazılanlar, genelde, tarihte yaşanan mutsuz bir gelişme olarak anlatılır sadece.)
Gördüğünüz gibi yazıda hep Türk Demokratik Partisi (TDP) dedim. Patinin gerçek adı odur. MTDP adı sonra gelenlerin düşüncesinden kaynaklanan değişmedir. Bayrakta bizim özgünlüğümüz mevcuttur. “M” harfini eklemek diye bir kanuni zorunluluk yoktur. O gereksiz bir eklemedir. Mesela Makedoncada bile VMRO-DPMNE kısaltma denilemeyecek kadar uzundur. Bunun böyle maksat görmeyenler hakikaten yanılıyorlar.)
0 yorum:
Yorum Gönder