Bakarsan görürsün, görürsen anlarsın, anladığın kadar da çözersin...


18 Şubat 2011 Cuma

çınarın koparılan dalları

bir yanım üsküp
bir yanım vıranya kokar

ikinci yanım ağır göçler yaşamış
birincisi ağırın kolayı
gözlerimin önünde göç tablosu
eskinin hatırası
kiminin gözü yaşlı
kimisi dertli bakar
bin sekiz yüz doksanlar
kafile kafile göç var
sıra sıra kağnılar
kimi yalın ayak
hepsi de aç
bir çoğu çocuğuna elini vermiş
bir çoğunun kucağında bebeği

belli
onlar
bilinmeyene doğru
bir acayip yoldalar

her şey kopmuş gerçekten

kağnıda dedemin annesi gülliye
kumanovada doğmak üzere
karnında dedem yaşarla bir bütün…

vıranya’da arda kalan
şehsiz bir tekke
yaşar dedemin dedesi kadri
neyi düşünüyor bilemem.
ya terk edilen tekkeyi
ya arkadan gelen kafileyi

bir özel gün yemeği
pişirilen aşure
açlığını giderebilecek
bir tası bile
bir de aylardan
bari muharrem olsaymış
yaşananlar
kerbeladan farksız
matem ilan edilmeli

dalgın bakışlı
derviş selim kafileyle birlikte
kumanovada dururlar dinlenmeye

hala düşünde kadri dedemin
tekkedeki aşure kazanları
ağızlarına kadar dolu
dağıtan yok aşureyi

vıranyada
hissederken kendini
üskübe varmışlardı
macir mahallesindeydiler
gitmek üzere
ileriye
bilinmeyen bir yere

aynı yolda
bir başka sene konar
kim bilir nereden
duraksa aynı durak
kaybolan bir çok kişi

anneannem fikriyenin
babası dahi belli değil
kız çocuğunun
yeni bir yaprak açılır
kader defterinde
kader bu işte

faik paşa camiinin müezzini
evlat edinir kızcağızı
o ise olanlardan habersiz
on sekizine bastığında
sır perdesi açılır
amcası olmadığını ilk sefer anlar
ahmet efendinin

o gece zaten
telli duvağıyla
yaşar dedeme gelir anneannem

hakîkî bektâşîlik unutuldu
diyen
şeh davudun
dostudur dedem
bugün ne dergah var üsküpte
ne de bektâşîlik
her şey karmaşıktır
kördüğümdür her şey

çınarın dallarının
kopması sonucu
babamın tarafı da
yirmi yedilere kadar
payını almış
göçün acısıyla
ayrılışlar
kopuşlar sancısıyla

dokuz yüz yirmi yedide
hüsno halamlar istanbula göç ederler
tokata sürülmek üzere kırklı yıllarda
manisada akrabalar çoktur
bilirim
ankara eskişehir izmirde bir yerde
koparılmış dallarıdır hepsi
o ağacın
kaybedilmiş kökleri sülalemin

dokuz yüz otuz yediler
almış abdülmecit amcamı
istanbulda birçoğu
bildiğim akrabaların
orada bir yerde olmalı rezan
beni kardeşi gibi seven
amcamın kızı
ağabeyim recai
yalovadadır bildiğim kadar

dokuz yüz elli yedilerde
ailece göçtü mükrime halam
onların arkasından
bir yıl sonra
adana yolunu tuttu
kemal dayım
isatanbulda
noktalayarak hayatını

mahallemizin en güzel kızı
ayşenin babası arnavut ahmet
mahallede kaderi dergâhının bakıcısıydı
o bakardı tekkeye
mahallenin erkekleri ayşeye

hep girmek istediysem
bukakagilar tekkesine
uğrardık babannemle
hacı şeyh meydanlığında
rufai tekkesine
bir anda derdinden besbelli
konuşa durdu
açtı kalbini

deden müderris ömer efendi
yahya paşa camiinin imamı
rufailiğe bağlıydı gönülden
şimdi adı kaldı tekkenin evlat
adıyla sanı
her tarikat sözde tarikat
talihe bak
rufai dergâhı dahi
özler oldu büyük babanı

yetmişler
seksenler
doksanlar
engüllüleri bitirdi üsküpte

annemin mezarı burada
babamınki topkapıda

yakınlarımın neredeyse hepsi
türkiyede
bir yerde

kızlarım ankarada
geri kalanlar istanbulda
yalnız hissederim kendimi
kafamda hatıralar
yanımda oğlum
dizimde torunumla
hüzünle bakarak şimdi
penceremden vodnaya

o tarafta bulutlar kara
yağacak belli
rahmet denen bereket
göç baştan başa dağılmak
uzun sürer derler
vodnadan başlayan yağmur
sağanak olur
karadağdan geleni
öyledir bu yerler
eskisi kaldı mı bilmem
artık tanımaz oldu bizi
olacağı yakındır
kalanı da yutacak belli
bu yerler

aralarındaki bağı
göremiyorum hala
ne denli istesem
anlatması pek zor bunun
göç apayrı olgu
herkesin hissettiği kıyamet
dökülen mısralarsa
dallarının kopmasına alamet
osmanlı çınarının

_________________
sözlük:
vıranya - Sırbistan’da Vranje şehri
macir - muhacir, göçmen
gülliye - Güllü
hüsno - Hüsniye
bukagi - bukağı
rahmet - yağmur

0 yorum: